26 Şubat 2008 Salı

İnceleme: Penumbra: Black Plague (PC)



Yazan: Ömer
Tür: Macera
Multiplayer: Yok
Yapımcı: Frictional Games
Dağıtımcı: Paradox Interactive
PEGİ: 16+
Sistem Gereksinimi: Windows 2000/XP, Pentium III 1 Ghz ya da eşdeğeri, 256 MB RAM, 64 MB Geforce 3Ti / Radeon 8500 üzeri

Philip, 30 yaşında bir fizikçi... Herşey annesinin ölümünden sonra babasından gelen esrarengiz bir mektupla başladı. Mektupta yazanlardan yola çıkarak Grönland'da terk edilmiş bir madene kadar geldi Philip, babasını bulma ümidi ve kafasındaki bir çok soru işaretiyle. Fakat aradığı cevapları bulmak bu eski, terk edilmiş, karanlık ve olabildiğince ürkütücü ortamda pek de kolay olmayacaktı onun için.

2006 Teknoloji Demosu

Böyle başlıyordu Penumbra’nın hikayesi. Oyun yapmaya gönül vermiş 2 amatör bu oyunla yüreklerimizi hoplatmayı fazlasıyla başardılar. Kendi evlerinde geliştirdikleri ve HPL Engine adını verdikleri oyun motoruna sürükleyici, gerilimli ve bulmacalarla dolu bir senaryoyla can vererek karşımıza çıktılar. Geliştirdikleri motorun yapabileceklerini 2006 yılında bedava yayınladıkları bir teknoloji demosuyla gözler önüne serdiler. Bu demoyla Penumbra'nın oynarken bizi bazen gereceğini, bazen korkutacağını, bazen de fazlasıyla düşündüreceğini anlamıştık. Klasik FPS oynanışının dışında bir oyunanışa sahipti bu demo. Bu tarza aslında Adventure-FPS desek daha doğru olur. Daha önce 2006 yılında çıkan Call Of Cthulhu : Dark Corners Of The Earth tarzında bir oynanışa sahip Penumbra. Fakat Call Of Cthulhu'ya ek olarak Newton Game Dynamics’in gelistirdiği fizik motorunu kullanarak bulmacaların çok daha gerçekçi olmasını sağlamış Frictional Games.

Overture

Birinci bölüm olan Penumbra: Overture 2007'nin Mart ayında oyuncularla buluştu ve yayınlanan demoya rağmen çok büyük kitleler tarafından beklendiği söylenemezdi. Fakat oynayan herkesi memnun etmeyi ve hikayenin devamı için bir sene daha merakla bekletmeyi başardı. Peki neydi Penumbra'da bizi içine çeken şey? Harika grafikleri mi, muhteşem ses efektleri mi yoksa müzikleri mi? Hayır, sadece sıradışı oynanışı ve harika atmosferiydi. Gerçek zamanlı gölgeler, olabildiğince az ışık kaynakları, sesler ve daha birçok öğe atmosferi destekliyor, olabildiğince ürkütücü bir ortam oluşturuyor. Bu atmosferin üzerine bir de zekice kurgulanmış gerçekçi bulmacalar eklenince oyun tadından yenmez bir hal alıyor. Overture'da, bizimle madendeki megafonlar ile bağlantı kuran ve kendine Red diyen birisi sesiyle bize eşlik ediyor ve sayesinde ayakta kalabiliyoruz. Bulmacaları bir bir çözüp oyunun en heyecanlı olduğu bir anda ışıklar sönüyor ve Black Plague'a geçme zamanı geliyor.




Black Plague

Teknik olarak Black Plague, HPL Engine eklenen bazı yeni efektler dışında bir çok özelliğiyle Overture ile aynı. Fakat üzülerek söylemeliyim ki Black Plague'nin fizik motorunda bazı aksaklıklar baş gösteriyor. İlk oyunda objelerin birbirlerinin içinden geçmesi gibi olaylara neredeyse hiç rastlamamışken Black Plague'da bu durum sürekli göze batıyor malesef. Grafik konusunda ilk oyundan farklı olarak su efekti, buzlu cam efektleri (refraction), heat haze gibi yeni efektler eklenmiş.

Bana Ne Bulaştı Böyle!

Şunu söylemeliyim ki Black Plague'nin atmosferi Overture'dan çok daha korkutucu. İlk oyunda karşımıza düşman olarak kurtlar, devasa yer altı solucanları ve büyük örümcekler vardı. Bu bölümdeki düşmanlarımız bir tür virüse maruz kalmış ve mutasyona uğramış insanlar olacak. Belli belirsiz konuşmaları, çıplak ayaklarının ıslak sesleri ve ellerindeki fenerlerle bizi arayıp duracaklar etrafta.

Düşmanlarımızın yapay zekaları gerçekten başarılı. Yaratıklar sadece görmüyorlar, duyuyorlar da. Bir keresinde koridorlarda gezerken ayak sesleriyle irkildim ve görünmeden hemen yanımdaki kapıyı açıp içeri girdim, kapının arkasına da odada bulduğum kutuları dayadım. Fakat o kapının önünden geçerken çıkardığım kutu seslerini duydu ve kapıyı zorlamaya başladı. Birkaç başarısız denemeden sonra açamayacağını anladı ve altın vuruşunu yaparak kapıyı kırmayı başardı. Yapay zeka konusunda gördüğüm en bariz eksiklik ise düşmanların her yeri gezememesi. Sadece belirlenen yollarda dolanıp durdukları için bir noktadan sonra oyun kolaylaşmaya başlıyor.




Ha! O Ses De Neydi Öyle!

Penumra'nın ses efekleri de profesyonel yapımları aratmayacak nitelikte. Oyundaki her materyal farklı durumlarda farklı sesler çıkarıyor. Örneğin karton bir kutuyu metal bir yüzey üzerinde sürüklerken farklı, taş bir yüzeyde sürüklerken farklı sesler çıkıyor. Tabi bu farklı sesler gerçekteki sesler kaydedilerek oluşturulmuş. Bunun dışında bizimle konuşan karakterlerin, zombilerin, kurtların ve örümceklerin seslendirmeleri de başarılı. Müzikler ise ortamla tam uyum sağlayan, zaten gergin olan atmosferi daha da geren bir yapıya sahip.

Grafiklerden biraz önce bahsetmiştim. Biraz daha detaya inmek gerekirse yüksek poligonlu ve gerçekçi modellere iyice alıştığımız şu günlerde düşük poligonlu modeller ve objeler pek tatmin edici görünmüyor. Kaplamalar için ise en fazla idare eder yorumunu yapabileceğim. Çünkü çeşitlilik fazla değil ve çok tekrar ediyorlar. Artık her oyunda kullanılan ışık ve kaplama efektleri Penumbra’da da var. Bunların yanında motion blur,bloom ve noise gibi post processing efektlerinin olması oyunun olduğundan daha güzel görünmesini sağlamış. Genel olarak dönemin biraz gerisinde kalmış olsa da sahip olduğu shaderlar ve post processing efektleri grafikleri bir nebze kurtarıyor.

Bir Türlü Bulamıyorum, Sülfür Nerede?

Penumbra’nın asıl farkı oynanışında. İlk olarak Half-Life 2 ile gördüğümüz bulmaca tarzıyla, Silent Hill(örnekler çoğaltılabilir tabi)’deki obje kullanımına yönelik bulmaca tarzını birleştirilmiş ve ortaya çok güzel bir harman çıkmış. Bulmaca konusunda Overture, Black Plague’dan biraz daha zordu. Black Plague’da nesneler belli yerlere saklanmış ve bulmak konusunda biraz zorlanabilirsiniz. Bu durum serinin ikinci oyununu biraz geriye düşürüyor. Klasik bir FPS’de karakter nasıl yönetiliyorsa Penumbra’da da bu durum aynı, fakat karakteriniz etraftaki işe yarar nesneleri alıp kullanabiliyor. Bu da oyunda bir envanter sistemi var demek. Envanter ekranını açtığınızda aldığınız nesneleri görebildiğiniz gibi onlara istediğiniz bir tuşa basınca kullanabilmek üzere kısa yollar atayabiliyorsunuz. Black Plague’da Tomb Raider serilerinde olduğu gibi bir takım artifactlar bulunuyor. Tüm artifactları bulabilirseniz bir kod alıyorsunuz ve şifreli bir dosya olan ‘super_secret’ dosyasını açmak için gereken şifreyi alıyorsunuz. Oyunun sağlık sistemi ise bilindik şekilde, Philip bir darbeye, kimyasala ya da soğuğa maruz kaldığında sağlığı azalıyor. Sağlığınız envanter ekranında Pihip’in bir silüeti şeklinde görünüyor. Philip sürekli iyileşiyor fakat bunu hızlandırmak için etrafta bulacağınız ağrı kesicileri kullanabilirsiniz. Gezdiğimiz karanlık ortamları aydınlatabilmemiz için iki seçeneğimiz var. Birincisi glow stick, diğeri ise el feneri. Glow stick, yeşil ve bitmeyen bir ışık kaynağı. Çok fazla uzağı aydınlatmasa da odalarda oldukça kullanışlı. El fenerini ise tahmin edebileceğiniz gibi uzun menzilli aydınlatıcı olarak kullanacağız ama fenerin pili oldukça hızlı bir şekilde bitiyor. Yine çekmecelerde, raflarda bulabileceğiniz piller ile eski pilleri değiştirebileceksiniz. Bu da demek oluyor ki ışınla doğmuşçasına tasarrufsuz bir şekilde el fenerimizi açık tutmamalıyız. Overture’da karşılaştığımız düşmanları elimine etmek ve bazı bulmacalarda kullanmak için bir çekicimiz bir de kazmamız vardı. Bu iki nesneyi düşmanlarımıza karşı kullanabiliyorduk fakat Black Plague’da tek güvencemiz gölgeler.




Tuurngait

Sistem gereksinimleri pek fazla değil Penumbra’nın. 1 Ghz işlemcisi, 256 Mb Sistem belleği ve en az Shader Model 1.1 destekleyen bir ekran kartı olan bir bilgisayarda çalışabiliyor Penumbra. Güzel bir macera yaşamak, Grönland’ın dondurucu soğuğunu iliklerine kadar hissetmek isteyen herkese bu seriyi kaçırmamalarını tavsiye ediyor ve yazımı burada bitiriyorum. Herkese adrenalini bol, gerilimli ve (böyle bir atmosferde nasıl olacaksa) iyi oyunlar diliyorum.





















Grafik: 4
Ses: 4
Genel: 4

Hiç yorum yok: